Taşın sertliğinde aranmaz çimenlere hayat bahşedecek merhamet. Toprak gibi yumuşak bağırlardan fışkırır şefkat pınarları. Karın ortasında filizlense de kardelen çiçekleri, bin bir yaşam ile karşılar kâinat baharları. Çağlayanların dibinde asla kanamaz suya çiçekler, tatlı ve serin akışıyla sular geçerken bir tarla kenarından işte o an kana kana su içecekler.
Karanlığın merhameti, örtmesi değildir eyvahları ve acımasızlığı değildir günün, ortaya sermesi günahları. Biliriz, göze kapalı olanı bir gören var. Biliriz, geceyi yıkarken günü pırıl pırıl bir ören var. Biliriz, gün merhametin şuasıdır bize ve dokunsalar hangimize; görürler ki hayat nur nur yolumuzu aydınlatan bir elçinin duasıdır bize.
Merhamet kayalardan fışkıran su, merhamet toprağı yaran tomurcuk, merhamet üç kat karanlığın doğurduğu çocuk…
Merhamet yağmurda hız, denizde tuz, çölde sıcak, kutupta buz. Her şey, evet her şey bila istisna Merhamet merhamet örülmüş kusursuz.
Göze körlük veren de köre görlük bahşeden de aynı kudretin şefkati. Der ki o kudret iyiden kötüyü ayırmaktır merhamet. Öyleyse Karanlığa sabreden mi, ışığa küfreden mi? Nimete şükreden mi, nankörlük eden mi? Zor değildir ayırmak karadan beyazı, çünkü değildir “beyaz kâğıda sütle yazılmış yazı.”
Merhamet hicrettir zulmün ateşinden huzurun gölgesine, sığınmaktır şeytanın vesvesesinden Rabbin Muhammedi sesine…
Sancılı bekleyişler onunla doğurur şafağı, onunla serilir mazluma sevginin ipekten yatağı. Taşlaşmış sineler delerken şefkatin sükun bahşeden yorganını, Kur’ani sineler yeniden ilmek ilmek örer yünden yumuşak iplerle Hakk’a uzanan merhamet urganını… Bir yerde yıkım, paramparça hicap perdesi. Bir yerde imar hayâ ile kuşatır herkesi.
Ölmediysen ya da mühür vurulmadıysa kapılarına koş gel ey insan:
Eğil öp semayı, doğrul arza dokun; gör ki farkıdır merhamet var ile yokun…