bol tanrılı şiirler yazıyor şimdi agoralı şairler
fildişi kulelerde
tanrı zaten zenci
narin bir avuçla uzanıp denizleri dalgalandıran güzeller
peygamberlerin yerini tutmuş
agoralı şairlerin yüreğinde
şimdi bütün mısralar
dalgalara fısıldanıyor
agorada her sabah
dişlerini saç telleriyle fırçalar şairler
ölümsüzlük iksiri içip
kemikten taraklarla tararlar saçlarını
köpek sütüne bandırıp ellerini
iki buçuk kez saçlarına sürerek
şükrederler
dudaklarına mısralar bahşeden tanrılarına
bileklerini keserek akıttıkları kanı
karıştırıp Heraklis’in kanına
sürerler vücutlarına
incecik bir tüy ile
iç gıcıklayan yumuşacık bir tüy ile
agoralı şairler tanrılarını
kendi eğe kemiklerinden yaratmıştır
dişleri kedi tırnağından
kasları yarasa yanağından
saçları ipek gibi yumuşak
derileri pul puldur
agoralı şairler bilmez Allah’ı
bazen alkışı tanrı sanırlar
bazen tanrı diye doğrudan halka inanırlar
Allah demeyi şirk bilirler
bilirler
iyi bilirler Allahsız yaşamayı
çünkü tanrılarına bir gece vakti
onlar da böldürmüştür dolunayı
en keskin mısralarıyla tam ortasından
bundan mıdır bilinmez
büyük laflar etmeleri
tanrı katındanmış gibi
kat kat karanlığın içinden aydınlığı çekip alan onlarmış gibi
bir pıhtıya insanı sığdıranlar onlarmış gibi
her mısralarında bir insan yaratır agoralı şairler
her şiirleri bir âlemdir onların
agorada bütün aynalar kırılacak bir akşam vakti
oysa ne İbrahim uğrayacak
ne bir balta girecek mabetlerine
derilerinin içinden girip etlerine
saplanacak acı bir söz
agorada şairler çıplak