belki okurlar diye fikirlerimi mezar taşına yazdım
dua sandılar,
toprağa tohumlar serptim büyüsün diye
kanatsız kuşlar gagaladı
kafatası kayaya eş insanlara
boşunaydı seslenişim
donuk bir maceraymış meğer atıldığım
usturalarla kesilmiş coğrafyaların üstünde
donuk bir maceraymış önünde koşmak
ölü atların
oysa ben gökte ebabillere iz bırakmak için çıkmıştım yola
cinlerle kol kola yürüyecektim
Simurg kimmiş öğrenecekti bütün kuşlar
etekleri tutuşacaktı Belkıs’ın
gözlerimin aksi vurunca Tur’a
sönüp gitti takvim yapraklarında bir zaman çağıltısı
bir buzağıdan yaşam çıkaranlar
kesip atınca bir sabah dilimi köpeklerin önüne
hırlayan, hırladıkça sahibinden sesler işitilen soysuz köpeklerin önüne
dikenler girdi tenimle kemiğim arasına
düştü sözün kalesi
bir telaş başladı ileri karakollarda
kangren oldu bütün antlaşmalar
yara düştü beyaz kıtanın ortasına
ertelenmiş bir kıyamet senaryosudur bu
cepheden kaçmış erkeklerin mağlup yüzleri gibi
mağrur düşmüş yüzlerin perdesi
bakmayın bağırtılara
sönüp giden narasıdır ölü külhanbeylerin
telaşlı düşlerimizi bölen bu sesler
yalnız bir deli tay, bir gem parçalayan doru at
fikrin ucube yelesini taşır boynunda
ve ben dönüşü olmayan bir derde müptela süvariyim
öksüzlüğün bağrında kurulu otağım
ne esiri oldum bir keyfin ne kahkahalar peşinde koştum
bir servi yetti bana, bir tutam dağ kekiği
doyuramazken çoğunu bir kahkaha makinesi
beni neşelendirmeye yetti hep bir çocuk sesi
işte yine kangren olmuş bir fikir kokusu alıyorum
beyni almadan iyileşmez bu yara
belli ki kalbi de