MEKİR
Yayımlanmış bir hikâyemin kahramanlarından birisidir Mekir. Bir hayal ürünüdür lâkin benim hayalimin ortaya çıkardığı bir ürün değildir. Çocukluğumun bir kısmının geçtiği köyümün sohbet ortamlarında büyüklerimin ağzında sıkça adı geçen bir tiptir Mekir. Köyün bahçelerinden köye doğru çıkmakta olan Sazın Yokuş dediğimiz yolun kenarında duran büyükçe bir kayanın altında yaşarmış. Aslında ilk görünüşte sıradan bir kediden farkı yokmuş. Onu diğer kedilerden ayıran en temel özelliği akşam ezanından sonra taşın yanından Besmelesiz geçenlerin karşısına çıkmasıymış. Birisi oradan Besmelesiz geçmeye görsün bizim kedi, koca taşın altındaki küçük delikten fırlayıp çıkar ve onun paçasına yapışırmış. “Paçaya yapışsa ne olur? Ötesi küçük bir kedi.” demeyin. Biliyorum vurursun canı yanınca kaçar gider diye düşünüyorsunuz ama işte mesele burada düğümleniyor. Paçasına yapıştığı şahıs da böyle düşünür ve telaşla kediye vururmuş. İşte bizim kedi tam o anda büyümeye başlarmış. O büyüdükçe saldırdığı kişi daha da telaşlanır daha fazla vurmaya başlarmış. Kedi her darbede biraz daha büyür ve şahsın boyunu aşan bir canavara dönüşürmüş. İşte bizim Mekir budur. Kişi çaresiz kaldığı anda aklına Besmele gelirmiş. Mekir, tam karşısındakini yutacakken Besmeleyi duyunca birden sanki bir geri çekim olmuş gibi küçülür ve kaçarak çıktığı delikten taşın altına girermiş.
Bu hikâyede büyüklerimizin biz çocuklar için vermek istediği ders şuydu: “Besmele bizi her türlü tehlikeden korur.” Bu hikâyenin büyüklerimiz tarafından bize ders vermek amacıyla uydurulmuş bir hikâye olduğunu anlamak için yaşımızın çocukluk kemaline ermesini beklemek zorunda kalmıştık. Neden bu taş? Neden bir başka hayvan değil de bir kedi? Bu tür soruların köy halkının ağzından çıktığını hiç duymadım. Açıkçası biz çocukların da aklına hiç gelmemiş olmalı ki aramızda bunları konuştuğumuzu hatırlamıyorum. Sadece mutlaka köye akşam ezanından önce ve mümkünse o taşın yanından geçmeden gelmeye çalışırdık.
Yıllar sonra yaşadığım sosyal ve siyasal olayların içinde bu hikâyeyi hatırladıkça aslında bizleri Besmeleye alıştırmak ve akşam ezanından sonra köyün dışına çıkmamızı engellemekten başka bir dersi daha içinde barındırdığını fark ettim. Bu ders aslında bir Siyonist taktiği ele veriyordu. Siyonizmin, yönetimini ele geçirmek istediği ülkelerde uyguladığı bir taktikti bu. Taktik şöyle: Önce yükselmekte olan bir siyasi akım seçilir, sonra onun başına geçebilecek biraz da olsa iş gören, ağzı laf yapan, karizmatik biri bulunur. Ardından onunla anlaşılır. Bütün bunların peşine Siyonizm elindeki tüm imkânlarla bu adama vurarak ortaya müthiş bir mağdur çıkarır. Sonra yine kendi planları doğrultusunda bu mağduriyetten kendini sıyıran, sıyırdıkça halkın sempatisini kazanan bir kahraman meydana çıkarılır. Adam bizim Mekir gibidir: Vurdukça büyür, büyükçe karşı cenahtakiler biraz daha vurur. Başlangıç itibari ile sıradan biriyken kahramana dönüşen bu adam halkın aklına Besmele gelene kadar halkı Siyonist hedefler doğrultusunda yönetir. Bu oyunu ancak “Halkın Besmelesi” bozacaktır.
Ülkemizde Siyonizm bu tezgâhı yüzyılı aşkın bir süredir işletmektedir. Başka odaklarla işbirliği halinde Mustafa Reşit Paşa’dan bir kahraman çıkarma marifetini göstermesinden bu yana bu topraklardan çokça sahte kahraman çıkarmayı başarmıştır. Bu halk çokça sahte kahramanın pençesinde Besmelesiz zamanlar geçirmiştir.
Şimdi yeni bir Mekir hikâyesi yazmanın eşiğinde bulunanlar, vurdukça büyüttükleri adamlarını halka kahraman diye yutturmanın peşindeler. Geleceğimizi Besmelesiz bir döneme mi emanet edeceğiz yoksa bu sahte kahraman karşısında Besmele bu halkın dudaklarından dökülecek mi bilemiyorum. Ama bir gün bir sahte kahraman karşısında o Besmele ihlâsla dökülecektir. İşte o gün o sahte kahraman küçülerek çıktığı taşın altına Siyonist efendileriyle beraber girecektir.