Yollar ki geçer handan; biz konar, göçeriz.
Yoldaş sanma hancıyı, bir anar geçeriz.
Zaman düğümlü bir ağdır ilmek ilmek örülen. Ören biz değiliz ancak biziz çözülen. Gideriz, “yolumuzun karanlığa saplanan noktasında bizi bekleyen ışığadır” koşumuz. Koşarız elimizde kader tığı karanlıktan aydınlık örmek için. Koşarız ışıklardan karanlık süzmek için. Biliriz bir karanlık bir aydınlık, hayat aslında bir anlık. Biliriz bir göz açıp kapamadır bunca uzun sandığımız veyahut üç gündür, hayat diye aldandığımız. Biliriz de buna rağmen kapılırız kimi zaman bizi büyük bir boşluğa taşıyarak kafa üstü çaktıracak keyif rüzgârına. Biliriz bilmesine de kanarız bazen aldanmışlığın yalancı baharına. Oysaki bu yalancı bahar hiçbir şey taşımaz yarına.
Ayaklarımızda prangadır süslü gösterilen dünya dilberi. Söküp atmazsak gidemeyiz bir adım ileri. Düşmeden tamamen küfrün karanlık dehlizlerine yapışabilsek sonsuzluk kervanın izlerine. İşte o zaman kurtuluşa çıkar yolumuz, o zaman huzuru yakalar ruhumuz.
Sonsuzluk Kervanı, Allah yolunun eşsiz yolcularından oluşur. Yol kutlu bir yoldur ki çıkar Allah’ın rahmet kapısına. Bu yolun yaşam kaynağı Kuran’dır.
Bir yetimdir yolcuların rehberi Badiye Yaylası’ndan. Bu yüzden yolcuları arınmıştır kâinatın her türlü safsatasından. İşte bu yolun yolcularının eteğine yapışmak kurtarır bizi ancak bu sokar o kapıdan içeri hepimizi…
Ancak biliyoruz ki;
“Bu kapıdan kol ve kanat kırılmadan geçilmez;
Eşten, dosttan, sevgiliden ayrılmadan geçilmez.
……..
Geçitlerin, kilitlerin yalnız O’nda şifresi;
İşte, işte o eteğe sarılmadan geçilmez!”