kördüm
baltasını toprağa gömmüş savaşçılar gibi de çaresiz
kanadımın biri kırıktı
diğeri Nuh’un Gemisi’nde kalmış
yürüyüp bir ilahi buyrukla haritaları
suların emrinden çekip alacaktım bütün adaları
yüreğimde Tyan-Şan sıcaklığı
Yesi’de verilen selamı
kulaklarına üfleyecektim Roma’nın
o vakit dudaklarıma bir acı ezgi düştü
sancısını saldı yüreğime Endülüs’ün
el atıp tuttum bıçağından ben de Bürütüs’ün
parmaklarıma ağır ağır bir hüzün sızdı
kulak verdim ihanet coşkulu gaye ıssızdı
kanatlanıp bir kartal bakışıyla süzecektim diyarları
ferimle oymuştum çünkü ben o eşsiz yarları
toprak bir köz gibi batınca gözlerime
uyandım bütün körlüklerime
işte o zaman gördüm
işkembesi domuz etiyle dolu bir kanın
şaraba hayranlığını
kemikleri maymun iliği ile beslenen fikrin
aşüfteliğini o gün gördüm
kördüm
kör kalaydım
görmez olaydım
ağzı bağırsak ipiyle bağlanmış
uyluk kemiğinden konuşanları
diliyle zikzak çizenlerin zihinlerindeki çanları
görmez olaydım
çağın karnından sızan
şehrin tüm iniltilerini kusarak ayın şavkına
boğazıma düğümlenen teri silerek küçük dilimle
kanı kanla yıkamaya niyet ettim
körlüğün ummani karanlığında
evet, şilte şilte dökülen kitaba
teni giydiren bendim
eti sıkıştıran ben
bir kuyruk yağı tazeliğinde
sokulup ağır ağır
satır aralarına kanı sızdıran
bendim
taşıyamam uykusunu dağların
buzullar yüklüyüm.
bir yokluğun yelesine üflediğim günden beri
rüzgârı,
adağım ırmaklardır denizlere karşı
sancılarım kesilir diye
tırnaklarımla bellediğim yaramı
kanırtıyorum evlek evlek
boşuna ayırmışım acıyı kendime
kengerlerin arasında gül yetişmez
gevenler acıtır damakları
ve her bakireyi mahvedebilir
bir serseri atın toynakları
oysa kördüm
ne güzeldi görmenin yanında
körlük bahşeden merhamet
ne güzeldi